11 Aralık 2015 Cuma

Kork(a)ma

Ne çok korkumuz var değil mi? Sanki bütün felaketler sıraya girmiş üstümüze atlayacağı zamanı bekliyor heyecanla. Sen korkmuyor musun? Hadi canım :)) Eh iyi madem, sen okuma.

Sevgili korkak dostum,

Biz buradan devam edelim sohbetimize iki korkak.

Gökkuşağının renklerinden bile daha zengin korku yelpazesi.

Kırılmaktan, incinmekten korkarız mesela. Bu yüzden bağlanmaktan korkarız.
Kaybetmekten korkarız. Hatta o kadar çok korkarız ki, sırf kaybetmemek için hiç sahip olmamayı bile tercih edebiliriz.
Değersiz hissetmekten korkarız. Sanki tüm diğer insanlar sarrafımızmış gibi.
Bazen ziyan olacak diye emek vermekten bile korkarız.
Bir adım öteyi bilmemekten korkarız. Bu yüzden yeni başlangıçlardan korkarız.
Bilinmeyen güvensizdir ve biz bilinmeyenden korkarız. Çünkü aynı zamanda güvende olamamaktan korkarız.

Küçük küçük korku kancaları bedenimizin dört bir yanına takılmış, ne ileri gidebiliyoruz ne geri. Her şey dün gibi, yaşanan her gün birbirinin tekrarı sanki. Kuvvetle muhtemel yarın da aynı olacak.

Ama ihtimaller değişebilir ve bu yazı da onun için yazılıyor zaten.

Korkma!
demeyeceğim tabi ki :))) Biliyorum, çok sıradan olur bu. Cevap da belli "Söylemesi kolay tabiii..."
Tam tersi, kork! Hem de dibine kadar kork.

Kork ama bunun seni engellemesine izin verme, diyeceğim. Hani çocukluğunda ilk kez bir ağaca tırmanışın gibi, hani ilk yüksek merdivenden sıçrayışın gibi. Titresin dizlerin, girsin sancılar karnına ama o çocuk cesaretinle yine de yap yapacağını.

Evet, cesaretle! Çünkü korkmak cesarete engel değil. Tamam, belki biraz gölgeliyor olabilir. Ama kesinlikle engel değil. Bütün mesele gölgeyi nasıl kaldıracağımızda.

Kabul ederek...

Şimdi düşün bakalım; istediğin şeyi, hayalini, hedefini... Gözlerini kapat ve kendini o çok istediğin şeyi elde etmiş olarak hayal et. İyice hisset sana tattırdığı o doyumsuz duyguyu. Mutluluk mu? Huzur mu? Gurur mu? Sevinç? Neşe? O güzel duyguların hepsini derinlemesine hisset.

Artık cesur olmak için daha çok sebebin var, öyle değil mi? Bu duyguları yaşamak için biraz daha cesur olmaya değer mi? Kesinlikle evet!

Hedefin belli, adımlarını da belirledin (bu konudan daha önceki yazılarımda bahsetmiştim) artık sıra adım atmaya geldi.

Sen tüm yapman gerekenleri yaptın, atman gereken adımları attın ve ola ki istediğin sonucu alamadın.  
Ne olur? Kendine bu soruyu sor.
Gelen cevap "xxxxxxxx olur."
Peki xxxxxxxx olursa ne olur?
Yeni cevap "yyyyyyyy olur."
yyyyyyyy olursa ne olur?
Muhtemelen zzzzzzzz olur.
....
En son cevap "Hiç!" olana kadar kendine bu soruları sormaya devam et. (Son noktada bu cevabın geleceği kesin, hiç bir bahane sonsuza kadar sürmez.)
"Hiç" noktası aslında başlangıç noktasıdır. Yani özetle, hiç bir denemenin sonucu şu anki durumdan daha kötü olamaz. Bu bir saatli bomba imhası olsa bile.

Düşünsene, kapalı bir alanda bir saatli bombayı ile baş başasın ve onu patlatmadan etkisiz hale getirmen gerekiyor. Bunu denemezsen eğer saatli bomba patlayacak. Denedin ama yanlış yaptın, yine patlayacak. :)
Ama denediğinde...
en azından ihtimal bile olsa....
doğruyu yapma ihtimali...
yani denediğinde kurtulma ihtimali var. Durup beklediğinde ise patlayacağı kesin.

Birinde hayatını kaybediyorsun, diğerinde hayallerini. Zaten bizi ayakta tutan da hayallerimiz değil mi?


7 Aralık 2015 Pazartesi

Sağlıklı sevgi size neler katar?

  
Bağlılık ve bağımlılık tanımlarının birbirinin içine geçmiş olduğu, sevginin "kıskançlık" gibi hastalıklı bir duygunun fazlalığı ile eş tutulduğu günümüzde önce Sağlıklı Sevgi'nin  ne olduğunu biraz anlamaya çalışmakla başlayalım.
   Amerika'yı tekrar keşfetmeye gerek olmadığı gibi, sağlıklı sevginin tanımı Halil Cibran tarafından yapılmışken benim tekrar farklı cümlelerle anlatmam gereksiz olur.

"Birbirinizi sevin, ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koymayın.
Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gel-git çalkalanan bir deniz olsun sevgi.
Birbirinizin kadehini onunla doldurun, ama aynı kadehe eğilip içmeyin.
Ekmeğinizi bölüşün, ama aynı lokmayı dişlemeye kalkmayın.
Şarkı söyleyin, dans edin, eğlenin birlikte, ama ikinizin de birer yalnız olduğunu unutmayın,
Çünkü lavtadan dağılan müzik aynı, ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır.
Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın.
Çünkü ancak Hayat'ın elidir yüreklerinizi saklayacak olan.
Hep yan yana olun, ama birbirinize dazla sokulmayın;
Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da birbirinden ayrıdır.
Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez."


Muhteşem değil mi? Kesinlikle daha iyisini yazamazdım. :))

   Eğer yeni bir ilişkiden beklentin; birinin gelip hayatına çeki-düzen vermesi, hatta mümkünse biraz renklendirmesi, sana kendini değerli/önemli/özel hissettirmesi yönünde olursa gireceğin ilişki kesinlikle hastalıklı olacaktır. Çünkü ilişkinin sağlıklı olması için ilişkiye girecek kişinin de sağlıklı olması gerekir.

   Yani anlatmak istediğim şu; gripliyken yeni bir ilişkiye başlayabilirsin fakat eğer bir ilişkiden yeni çıkmışsan yaşayacağın ilişki muhtemelen ağır hasta olacaktır. Daha ağır bir hastalık geçiyor olsan da sorun yok, inan bana; ama "sevilmeye ihtiyacım var" diyorsan aman ha ilişkini önce kendi içinle kurmadan başkası ile kurma.

   Söylemek istediğim şey basit aslında. Kişi kendi içerisinde bir bütün olduğunda, hayatına girecek kişiyi de yara bandı olarak kullanma gereği duymayacaktır. Yara bandının iyileştirici etkisi yoktur. Sadece yaranın üstünü kapatır ve ömrü çok kısadır. İnsanları en çok korkutan ve bir ilişkiye girmekten alıkoyan şey bağlanmaktır. Çünkü kendi içinde bütün olmamış, yani kendi ruhunu tedavi etmemiş kişi yara bandı hayatından çıkıp gittiğinde acı çekmeye devam eder.

Şimdi gelelim başlığımızın cevabına. Sağlıklı bir ilişki yaşadığında;

- Kendinden hoşnut olursun,
- Yeteneklerini kullanır ve varlığını ortaya koyarsın,
- Yeniliklere açık olursun (Çünkü özgüvenin tamdır, konfor alanının dışına çıkacak cesareti gösterebilirsin.),
- Bugünü yaşamanı ve bundan keyif almanı sağlar,
- Yaratıcılığını geliştirir,
- Kişisel gücün vardır ve özgürsündür,
- İnsanları oldukları gibi kabul edersin,
- Korkularından arınırsın,
- İçten ve doğalsındır,
- Bilinç ve ruhsal düzeyin gelişir,
- Yakınlık ve bağ kurarsın,
- Sevgiyi gerçek anlamıyla yaşarsın,
- Ve en önemlisi hayatından çıkması gerektiğinde depresyona girmek yerine; ona kocaman gülümseyerek ve sevgiyle "Varlığın süresince bana kattığın her şey için teşekkür ederim, hoşça kal."  diyebilirsin.





24 Eylül 2015 Perşembe

Seviyosan git konuş bence

   Eskiden messenger vardı durum bildirimi yaptığımız. Çok şükür şimdi whatsapp'ımız var. Gerçi biz sadece durum bildirimi için kullanmıyoruz bunları. Sıra dışı kullanılış amaçları listesinin en başında "trip atanlar" grubu var, ki bugünkü konumuz onlar.

   Geçenlerde (geçen dediğim yine bir aydan fazla olmuştur) sosyal paylaşım sitelerinden birinde, yanlış hatırlamıyorsam twitter'da biri yazmıştı, kardeşim sen sevgiline trip atıyorsun ama o mesajları bir tek ben okuyorum. Ekleyeyim, bir de ben okuyorum. :))) Merak ediyorum bazen, bakayım benim şu eşim dostum ne durumda diye sadece wapp durumunu okumak yeterli, hemen anlıyorsun.

   İyi ki durum bildirimi çıkarmış şu gavurlar. Yoksa ne yapardık bilmiyorum. Sıkıntımız büyük. Bir problemimiz varsa biz o kişiyle oturup konuşmayız. Konuşamayız... Burnumuz düşse eğilip almayız, bir de gidip onunla mı konuşacağız? Hıııhhhhhhh.....

- Benim yüzümden/davranışımdan anlamıyor mu?
- O ne yaptığını bilmiyor mu?
- Ne konuşacağım, kendisi anlasın.

   Ben o anlamayanlar grubundayım dostum. Yok böylesi işime geldiği için değil, saflıktan da değil. Anlamıyorum. Bazı modeller böyle üretilmiş. Yapacak bir şey yok. Neden anlamıyoruz sorusuna gelince, ihtimaller şöyle;

- Trip attığın konu senin için önemli olduğu kadar bizim için önemli olmayabilir.
- Hayatımızda trip dekoderliği yapmaktan daha önemli görevlerimiz vardır belki.
- Trip atmayı bilmediğimizden empati kuramıyoruz olabiliriz.
- Davranışlarını kendi içimizde yorumlamanın yanlış, nezaket dışı ve haksızlık olduğuna inanıyoruzdur.
- Trip atmak yerine konuşabilecek kadar özgüveninin yüksek olduğunu zannediyor olabiliriz.

   Bizim gibilerle sorununu çözmek istiyorsan tek çaren var; gel buraya konuşalım, demek. Durum mesajlarında yazmaya devam edersen hiç üstümüze alınmama ihtimalimiz çok yüksek. Sonuç, dağ dağa küsmüş dağın haberi olmamış.

   Ah unutmadan, kesin sen şimdi merak ettin tabi bu kadar atıp tutuyorsun sen ne yazıyorsun durum mesajında diye. Kıyamam sana ben, hiç merakta bırakır mıyım. Görselde kendi durum bildirimimi kullandım. :)))

22 Eylül 2015 Salı

Antagonist yasası bir çocuğa nasıl anlatılır?

   Şimdiye kadar gördüğüm en iyi antagonist tanımını ekşi sözlük yazarlarından Taurus yapmış. Yazım hatalarını bile düzeltmeden orjinal kopyasını paylaşıyorum:

"felsefik anlamda antagonist; hayatta düşünerek bulamayacağımız doğruları, elde edemediğimzi tecrübeleri bize gösteren karşıt kişiymiş, yani eğer siz belirli bir olgunluğa kendi mantığınızla ulaşamıyorsanız karşınıza illa ki bir karşıt kişi, bir gıcıklık, belki ne biliym bir orospu çocuğu, bir hıyar çıkıp size doğruyu gösteriyor. yani her gün her gün aynı şeyleri yaşıyor, aynı kötü olayalrla karşılaşıyorsanız bu sizin hala yaşadığınız bu şeyden ders çıkartmayıp aynen devam ettiğiniz için olabiliyormuş (öyle dediler)

yani böyle insanlarla karşılaşmaktan kaçınmak yerine onları sizin bir eksiğinizi gösteren kişi olarak kullanmak, üzerine basıp gelişmek için olduğunu düşünmek gibi..

mesela araba kullanırken bir yayaya yol vermediniz.. evet iki gün sonra siz yayasınız ve karşıya geçerken yol vermeyen, hatta daha da gaza basan bir taksiciye arkadan el kol harektleriyle küfür ediyorsanız aha işte o herif antagonist oluyor, siz geçen gün yol vermeyen kendinize küfür ediyorsunuz aslında, kendinize kızıyorsunuz. ve bir sonraki yayaya yol vermediğinizde ve bir sonraki karşıya geçişinizde yine bir araba üstünüze sürüyorsa işte yine ders almadığınız için. ya da istanbul'da yaşıyor olabilirisiniz ikisinden biri.."

   Nisan 2013 ve kızımın yeni yaşını kutlamak için "anneler ve çocukları" konseptinde bir doğum günü partisi düzenledik evimizde.  Şansa bakın ki misafir çocuklardan sadece bir tanesi erkek. Tüm kızlar toplandı, grup olup oynamaya başladı ve erkek olanı dışladılar. Çocuğun üzüntü ve ağlamalarına dayanamayarak kızımla konuştum. "Ama diğer arkadaşlarım onunla oynamak istemiyor. Biz kız kıza oynayacağız." diyerek reddetti. Bir şekilde çocuğu avutarak günü atlattık.

   Eylül 2014 ve kızımı okul çıkışı almaya gittim. Sınıftan erkek bir arkadaşı ve annesi ile karşılaştık. Yanlarında küçük bir erkek misafirleri vardı. Selamlaşma, hal-hatır sorma, biraz sohbet ayak üstü. Çocuklar evde birlikte oynamak istemişler. Hanımefendi kızımı da davet etti. Kızımın yüzünde tam kocaman bir gülümseme oluşmuştu ki, arkadaşının verdiği tepki ile dona kaldı:
- Hayır, olmaz. Biz erkek erkeğe oynayacağız.
Hanımefendi utanarak oğluna itiraz ettiyse de ben müdehale edip:
- Hiç sorun değil, bence haklı. diyerek vedalaştım.

   Eve gidip yemeğini yiyene kadar günlük normal sohbetimizi yaptık. Sonra can alıcı konuya girdik.

- Kızım, bugün arkadaşının yaptığı şey sana kendini nasıl hissettirdi.
- Çok kötü anne, çok üzüldüm.
- Seni çok iyi anlıyorum. Ve seni çok iyi anlayan biri daha var.
- Kimmiş o?
- Geçen sene doğum gününe katılan arkadaşını hatırlıyor musun? Ona nasıl davrandığını?
- Evet, hatırlıyorum. Onunla ne alakası var?
- Kızım yaşadığımız evrenin bir işleyiş sistemi var. Bu sistem gereği, sen birine yanlış bir davranışta bulunduğunda, yani birini incilttiğinde veya üzdüğünde aynı şeyi yaşarsın.
- Ama ben onu başka arkadaşıma yapmıştım. Bana ise sınıf arkadaşım yaptı. Onların birbiri ile ne alakası var ki?
- Tanrı sınıf arkadaşını görevlendirdi. Ona dedi ki, Almira birini böyle yaparak çok üzmüştü. Şimdi sen gidip bu yaptığını Almira'ya hatırlatacaksın. Hatırlatacaksın ki Almira' da bu hatasını anlayacak ve bir daha kimseye böyle davranmayacak.
- Şimdi anladım sanırım.
- Harika! Peki bu yaşadığın olaydan ne sonuç çıkardın?
- Sanırım bundan sonra davranışlarımı iki kez düşüneceğim.
- Bu güzel bir karar. Şimdi sana bir de iyi haberim var.
- Öyle miiiii? Nediiirrr?
- Nasıl ki kötü davranışların aynen sana geri dönüyorsa, iyi davranışların da sana daima geri döner.

   Antagonist yasasına aslında hiç yabancı değiliz. Halk arasında şöyle tanımlıyoruz onu:
- Etme, bulma dünyası.
- Ne ekersen onu biçersin.
- İlahi adalet.

   Ya sen dostum, yaşam tarlana neler ekiyorsun? Hatırladıkların ve hatırlamadıkların ile cevap için bugününe bak derim. Olay kızımınki kadar bire bir benzemeyebilir. Önemli değil! Bugün yaşadığın duyguları daha önce kime yaşatmış olabilirsin?
Karşına antagonistlerin çıksa da, yaşamının protagonisti sensin. Bunu hep hatırla.


16 Eylül 2015 Çarşamba

Evliliğin namusunu kurtaralım

   Görünen o ki ıssız adam modası hala devam ediyor. Bir de bunlara ıssız kadın furyası eklenmiş durumda. Gülsem mi, ağlasam mı bilemez haldeyim.

   Bir evlilik korkusudur almış başını gidiyor, yakalayabilene aşkolsun. Bunlardan biri de benim canım sevgilim. Sağolsun sık sık tekrar edip duruyor "Ben evlilikten korkuyorum." En sonunda dayanamadım ben de kendi itirafımı yaptım.
- Hayatım sen böyle söyleyip duruyorsun ben de merak ettim kendime sordum, acaba evlilikten korkuyor muyum diye?
- Eee, sonuç?
- Yok tatlım, ben evlilikten değil boşanamamaktan korkuyorum. :)))
Evlenme kararı almam 3 ayımı, boşanmam ise 2 yılımı alınca bende işler tersine dönmüş.

Evliliğin bendeki tanımına bakalım. Sevdiğim adamla özgürce sarılıp uyuyabilme ve sabah onunla uyanabilmek için mevcut toplumsal kültürünüzde gerçekleştirilmesi gereken bir prosedür. İşte bu kadar! Sadece ilişkini legalleştirmek için yapman gereken bir prosedür. İlk evliliğimde de aynı şekilde yapmıştım zaten. Tabi yaş o zamanlar daha küçük ama dedik evlenelim öyle flört edelim rahat rahat. Ohhh gayet de mantıklı. Aileye hesap verme derdi yok, yalan söyleme sıkıntısı yok (ki zaten hayatta beceremem). Geleneksel bir Türk ailesi sonuçta.

Çok sevgili ıssız adamcıklar ve kadıncıklar evliliğin kötü bir yanı yok yani. Onu kötü yapan sizin bakış açınız. Kapalı kafes değil ki içine girdimi bir daha çıkamayasın. (Burada çıkılmışı da var.) Baktınız farklı hayallerin oyuncularısınız, cılkını çıkarmadan ve gurur meselesi yapmadan yolları ayırırsınız.

Bütün olay aslında doğru kişiyi seçmekte. Yanında kendinize "işte ben buyum yaaaa, oh ne rahatım" dediğiniz, kendinizi özgürce ifade edebildiğiniz, "ben bunun horlamasını bile severim" dediğimiz, aranızda kıskançlığın zerresi bulunmayan (ah o kıskançlık var ya o kıskançlık, ayriyeten değdireceğim kendisine) , aynı şeyleri birlikte yapmaktan hoşlansanız da birbirinize nefes alacak alanlar yaratmayı da başarabildiğiniz, kendinizi aynı anda hem özgür hem uyumlu hissettiğiniz kişi ile gözünüzü kapatıp evleniniz.

Telefondan yazıyorum bloğu. Bazen kendisini benden daha akıllı zannediyor telefonum, kelimeleri değiştiriyor. Bak ilk defa bir güzellik yaptı ve evleniniz yazarken eğleniniz olarak düzeltti. Aynen böyle. Evlenilecek kişiler yerine eğlenilecek kişilere geçiş yapın artık. Evlilik de sıkıcı ve tekdüzelikten çıkıp, eğlenceli ve keyifli bir moda girsin, dimi ama? Kim ister sıkıcı bir evliliği?

Bir gün biri bana şöyle bir soru sordu:
- Kendinle evlenir miydin?
- Hiç kaçırmazdım, dedim. Ben benimle evlersem sıkılacak vaktim olmaz. Yaşlanmam bir kere ya. Benjamin Button'un Türkiye temsilcisi olurum.

Peki ya sen? Kendinle evlenir miydin? Hayır mı? O halde önce kendini "ideal" standardına yükselt.



Alış-veriş' de 3 süzgeç

   Tasarruftan fazla kredi ve kredi kartı borcu olan bir topluluk olduk. Hiç detaya girmeyeceğim, kısa ve net bilgiler; Türkiye' de kişi başına düşen bireysel kredi borcu 15.000-TL ve yine ortalama kredi kartı borcu 3.420-TL. Yani özetle canım dostum, kazanmadan harcayan, üretmeden tüketen bir toplumuz.

   Tüketmek yerine paylaşmaya teşvik eden sosyal toplum örgütlerin var. 2 yıl kadar önce keşfettim kendilerini. Benim niyetim evdeki fazlalıklardan kurtulurken, bir tarafan da "çöpe gideceğine birine yarasın" zihniyeti idi. Yine internet üzerinden bu kullanmadığım eşyalardan birini vermeyi teklif ettiğimde genç bir çocuk eşyayı almak istediğini söyledi. Teslim almak için geldiğinde, nerede oturduğunu sordum. Benim evime epey uzak bir mesafeden geliyordu. Güldüm ve "Buraya harcadığın yol parası ile sen bunu zaten alırdın." dedim. Cevap şöyle geldi:
- Evet Remziye hanım, alırdım. Ama o zaman paylaşmış değil, tüketmiş olurdum.

   Sen de tahmin edersin ki tokat yemiş gibi oldum. İhtiyaçlarını karşılamak ve kullanmadığın şeylerin ihtiyacı olanlara ulaşması için gerçekten harika bu gruplar. Şiddetle tavsiye ederim.


   Paylaşımın kıymetini umarım anlatabilmişimdir. Gelelim tasarruf kısmına. İlk süzgecimiz "beğeni". Şimdi sen diyorsun ki, beğenmediğim şeyi niye alayım? Alıyoruz dostum, aman çok ucuzmuş/indirime girmiş alalım bulunsun diyor veriyoruz paramızı/emeğimizi. "Fırsat" diye pazarlıyorlar çünkü bunları bize ve biz "enayi miyim, madem fırsat kaçırmayayım o vakit" diyip alıyoruz. Ha yok ucuzluğundan falan değil beğendim ben bunu, diyorsan diğer filtreye geçiyoruz.

   İkinci filtremiz "imkan". Param yoksa da itibarım var der, başka türlü borçlanırdık eskiden. Şimdi laf değişti "Param yoksa da kredi kartım var." oldu. Bir kere kredi kartı senin imkanın değil, imkansızlığın. Bunu kabul et. Hatta onu hayatından yok et. O kredi kartı cebinde olduğu sürece paran da olmayacak zaten. Bu devirde çok zor, olmaz falan deme. İnsan niyet ettikten sonra nedeler oluyor.  Olmuşu ve örnekleri de var. Her neyse, beğendin ve paran da var. Geçiyoruz son filtreye.

   Üçüncü ve son filtremiz "ihtiyaç". 10 tane ayakkabı, 20 tane t-shirt var dolabında. 11. ayakkabıya veya 21. t-shirt senin ihtiyacın mı? "Ama şu elbisemin altına bu ayakkabı çok güzel uyar." "Bu t-shirt öbür pantolonumla çok yakışır." Bunlar ihtiyaç değildir. Dürüst ol ve iki kere sor bunu kendine:
- Buna ihtiyacım var mı?
- Gerçekten ihtiyacım var mı?

   Beğendin, imkanın var ve geldin son filtrede takıldın mı? O parayı git evde bir kumbara yap ve oraya at. Birikiminle de kendine yatırım yap. Her bir kuruş için emek veriyorsun, kıymetini bil o emeği harcarken.

15 Eylül 2015 Salı

Pozitif pozitiflik

   Sevgili dostum,

   Pozitiflik, pozitiflik diyoruz. Kendimizi paralıyoruz. Sonra kalkıp "Ben negatif değilim ki" dediğin an olay bitiyor. Olumsuz kelimeler sarmış dörtbir yanını, zihninin her yerinde izi duruyor.


    Hadi pozitif misin, negatif misin bir deneme yap kendine. Aşağıdaki iki cümledeki boşluklara da kelimeler koy. Dilersen önce bir konu belirle. Mesela aile ilişkileri, finansal durum, iş hayatın veya partnerinle ilgili. İstediğine istediğin  kadar kelime yazabilirsin.


   Hayatımda .............. istemiyorum.

   Hayatımda .............. istiyorum.


   Hangi cümledeki boşlukları daha çok doldurdun?

   Hangi cümle daha sana ait gibi?


   "İstiyorum" cümlelerini sıralarken sayı daha fazla ise kesinlikle zihnini iyi terbiye etmişsin. Tebrikler. Yazının kalan kısmından muafsın.


   "İstememiyorum" cümlelerinin sayısı daha fazla ise çok çalışman lazım çoookkkk o zihnin iflah olup yola gelmesi için.


   Mesela evliliğimin bittiği ilk yıllarda bir erkekte hangi özelliklerin olmaması gerektiğini sana bir çırpıda sayabilirdim. Soruyu ters çevirip, hangi özellikler olsun istersin desen tıkanıp kalırdım.  (Eh malum o zamanlar pek anlamıyorum kişisel gelişimmiş, koçlukmuş falan. Yapıyorum tabi kendimce bir şeyler de teknik ve profesyonellik hak-getire. )


   Düşündüm, ben istemediğim şeyleri bu kadar kolay tanımlayabiliyorken, istediğim şeyleri tanımlamakta neden bu kadar çok zorlanıyorum? Şöyle bir cevap buldum kendime: İstemediğim olayların çoğunu birebir yaşadım. Kalanını da eş-dost-arkadaşın yaşayıp anlattıklarından çıkardım. Gel kabul edelim, boşanmış bir insanın hele de kişisel gelişimle uzaktan yakından alakası yoksa farkındalığını arttırması ve pozitif alana geçmesi öyle hooopppppp diye olmuyor.


   Aradan zaman geçiyor, öfke yatışıyor. "Fena adam değildi ya, ........ huyu iyiydi. Yiğidi öldür ama hakkını yeme." demeye başlıyorsun. Boşandığın eski eşin kankan olmaya başlıyor zamanla. İşte orada biraz istediğin şeyler şekillenmeye başlıyor.
Çünkü onlar zaten elimizin altında ve bu yüzden kaybettiğimizde fark ediyoruz. 

   Şimdi gelelim istediğimiz ama hiç bir şekilde deneyimlemediğimiz kısmını farketme çalışmasına. Çok basit ve çok eğlenceli. Hayal kuracağız. Evet, bu kadar basit. Gözlerimizi kapatıyoruz ve ailemizle, iş yerimizde, sosyal hayatımızda, dost ilişkilerimizide ve  sevgilimizle nasıl ilişkiler kurmak istediğimizi gözümüzde canlandırıyoruz. Gözlerimizin önüne kötü bir sahne gelirse "bunun yerine ne olsa kendimi daha iyi hissederim" diye düşüp ve anında sahneyi değiştiriyoruz. Nasıl ama? Harika, değil mi? :))

   Her zaman söylediğim gibi, olumsuza odaklandığımızda "ideal"imiz karşımıza dikilse, yolumuzu kesse, kafamıza düşse farkına varmayız, çünkü henüz onu tanımlamamışızdır. Bu yüzden şikayet etmekten vazgeçip, isteklerimizi doğru tanımlamaya başlayalım.

   İsteyenin bir yüzü kara.........


  Yoğun istek üzerine hayal kurma müziği eklenmiştir. :)))